Yaklaşık 2 hafta önce Berlin’e seyahat ettim. Almanya’da
birçok Türk’ün yaşadığını bilmem, Berlin’in popüler, özgürlükçü, rahat ve bir o
kadar sakin şehir hayatı bu kararı almama neden oldu. Özellikle yaz aylarında tam gidilecek yermiş.
Yeşilsiz alanları ve Afrika stili sıcağıyla ağustosta çölü andıran Malta’dan
sonra, Almanya’da gündüz vakti sokağa çıkıp yürümenin tadına vardım.
- Türk olduğumu söyleyene kadar, benimle ingilizce konuşmaları her zaman komik
gelmiştir. Schönefeld havalanında uçaktan inip, tren bileti almak için satış
görevlisi adamla konuşmaya başladım. Yerdeki kırmızı çizgiyi takip etmem
gerektiğini ingilizce olarak anlatmaya başlaması ve cümlesinin sonunda ona
‘where are u from?’ deyip ‘Turkei’ cevabı almamla tatilim başlamış oldu.
Sonunda ‘abi niye başta söylemeedin!’ dememle gülmeye
başladık. Nereye gidersen git, bir Türk’e rastlarsın ama Almanya’ya gidersen bu
her noktada geçerli onu anladım.
-Hotel Atrium Charlottenburg’da konakladım. Otelin tren
istasyonuna yakınlığı ve istasyondaki 24 saat açık market (çalışanlar Türk)
beni ilk mutlu eden detaylardı.
Şehir içi ulaşım
Her seyahatimde ‘kaybolmam herhalde’ diye düşünüyorum ve
takibi sorun yaşamıyorum çünkü navigasyon denen birşey var telefonda. Ayrıca
Berlin’de şehir içindeki trenle her yere ulaşım kolay. Bana garip gelen şey,
başlarda bilet aldığımda ne bir turnike, ne de biletleri kontrol eden bir
görevlinin olmayışıydı. Eğer haftasonu değilse, biletinizi kontrol etme
olasılıkları azmış. Yani biletsiz kafanıza göre trenle istediğiniz yere
gidebilirsiniz. Eğer yakalanırsanız 80 euro ve insan içinde aşağılanma gibi
cezaları var. Birkaç durak için bu riski göze aldım ama dediğim gibi biletlere
bakan biri yok.
Trenler her durumda gelmesi gereken saatten bir dakika
bile şaşmıyor. Metro sistemleri haritaya baktığımda çok karışık geldiğinden
genelde istasyonlarda insanlara sorarak yönümü buldum.
Gezilecek yerler
Benim gibi ınstagram tutkunuysanız eğer (bkz. üstte) fotoğraf çekilmeniz-yani gezip gördüm-diyeceğiniz ilk üç yer: Brandenburg Kapısı, Holokost Anıtı ve Mitte'deki House of Small Wonder adlı restorant olmalı. Nedense bu şehre gelmeden en çok bu yerlerde herkesin paylaşım yaptığını gördüm.
Alexanderplatz meydanı ve meşhur televizyon kulesini
görmeden olmaz. Kaldığım yere yakın
Kurfürstendamm bölgesi de İstanbul’daki Bağdat Caddesi’ni andırıyor. Her yerde
lüks mağazalar vardı.
Müzeler adasını, Mitte bölgesini gezip ardından Berlin
Katedrali’ne gittim. Sonrasında taksi kiraladım ve Berlin duvarına doğru yola
çıktım. Taksi dediğim sürücü var ama pedal çeviriyor. Bildiğiniz fayton tipli
bir bisikletle gezmiş oldum. Berlin’in en çok hoşuma giden yanı, arabalarla
birlikte trafikte bisikletlerin de ayrı bir yolunun olması ve genç yaşlı
neredeyse herkesin bisiklet kullanıyor olması oldu.
East Side Gallery adıyla bilinen meşhur Berlin duvarı
adeta bir sanat galerisi. Duvarın doğu kıyısında Spree nehri var. Duvar boyunca
yürüyüp sonra arkasındaki nehrin kıyısında çimlere uzanabilirsiniz.
Kreuzberg bölgesi tam Türk doluydu. Leopoldplatz
bölgesine de sırf bir arkadaşın sipariş ettiği cilt kremini bulmak için gittim.
Müller adlı büyük marketin çalışanları da Türk olunca yine yalnızlık çekmedim.
Herkesin girmeye çalıştığı Berghain adlı gece kulübüne
gidemedim çünkü pazar günü şehre vardığım için sadece bir terasta gerçekleşen
pazar gecesi partisine katıldım.
Ve dahası..
Tabiki her yer kebap, döner. Uzun zamandır lahmacun
yemediğim için değişik mekanlarda sanki ilk kez tadıyormuşcasına aşina olduğum
Türk lezzetlerini tattım.
Doğduğundan beri orada yaşayan Türk ailelerle konuştum.
Onlar bana Malta’da ne işimin olduğunu, ben onlara Türkiye’yi nasıl
bulduklarını sordum. Onlar ‘herşey iyi gidiyor, ekonomi düzeliyor’ dese de bu
düşüncelerinin alt metninde aslında Türkiye dışındaki kendi hayatlarından memnun olduklarını
söylüyorlar. Konuşmamızdaki ortak düşünce, Türkiye’deki insanların hemen
parlamaya hazır olduğuydu. Yani sürekli bir aksiyon ve tepki vermek için
tetikte olma hali. Hiçbir zaman kafası rahat, sakin ve kendi halinde bir toplum
olamadık. Hep başkalarının hayatıyla ilgilendik. Belki de bu yüzden hep
sorunlarla baş ettik. Bu yüzden farklı ülkeler ve farklı kafa yapıları beni her
zaman şaşırtıyor.
Berlin’e tekrar gideceğimi bildiğimden bu ilk yazımı
şimdilik kısa tutuyorum. Sonraki yazılarımda İtalya anılarıma geçeceğimJ
Berlin gezisi düşünenler için güzel bir yazı olmuş."Brandenburg Kapısı, Holokost Anıtı ve Mitte'deki House of Small Wonder" bu yerler güzel ve ufak eklemelerde olabilir.
YanıtlaSil